TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu bünyesinde bir alt komisyon kuruldu. Komisyon, “12 Eylül Askeri darbesinden Sonra Oluşturulan Diyarbakır Beş Nolu Cezaevi İnceleme Alt Komisyonu” adını taşıyor. Komisyon, 17 şubat 2016 Perşembe günü üç tanık dinledi. Komisyon Başkanlığını Orhan Miroğlu yapıyor.
Diyarbakır Cezaevi işkence ve insanlığa karşı işlenen suçlar açısından olduğu kadar direnişlerle de efsaneleşen bir mekan.
78’liler Girişimi’nden Celalettin Can’ın öncülük ettiği bir girişim vardı, hatırlayalım “Diyarbakır Askeri Cezaevi Gerçeğini Araştırma ve Adalet Komisyonu”.
Müze ısrarı
Komisyonun çok büyük emeklerle hazırladığı, tanık, mağdur anlatımları ve belgeler var. 2010 yılında 451 kişi ile bire bir görüşmelerin belgelendiğini biliyorum. Sonradan bu sayının 600’e çıktığını da duymuştum. Girişim hem resmi hakikat komisyonu kurulması talebini dile getiriyordu hem de 5 Nolu Cezaevi’nin müze olması için ısrar ediyordu.
Yıllarca insan hakları savunucuları Diyarbakır cezaevinde yaşananları gündemde tutmaya çalıştılar. Bu cezaevi ile ilgili ölüm oruçları, açlık grevleri, mahpusların baskıları protesto için kendilerini ateşe vermeleri ve mahpuslara uygulanan vahşi işkenceler hep konuşulurdu.
Hakikat ve adalet komisyonu talebi hala günceldir.
İnsanlık toplumunun deneyim ve birikimleri, geçmişle yüzleşme ve hesaplaşma için hakikat komisyonlarının , -adı değişik olabilir- olmazsa olmaz bir gereklilik olduğunu göstermektedir.
Perşembe günkü toplantı, resmi düzlemde meselen konuşulması bakımından önemlidir. Dileriz, tanıklar, mağdurlar, failler ve halk bu yüzleşmede yerini alır. Dileriz, BM tavsiyeleri doğrultusunda yasayla ve geniş yetkilerle TBMM bünyesinde hakikat komisyonu kurulur.
Mağdur ve kanık anlatımları
Toplantıda sivil toplumdan yalnızca İHD vardı. Ben de İHD’yi temsilen sabah onda başlayıp aralıksız dört saat süren ve 14.00’de sona eren toplantıda hazır bulundum.
Kimler mağdur/tanık olarak anlatımda bulundu?
Abdurrahim Temel (Semavi) hapishaneye girdiğinde 16 yaşında bir çocuktu.Yakınlarda kitabı çıktı: “Zindanda Çocuk”.
Mesut Baştürk, Diyarbakır zindanını anlatan bir kitap yazdı. Kitabının adı, “Esat, Polat ve Azat”.
Bir de siyasetçi vardı tanık/mağdurlar arasında. Önceki HAK-PAR genel başkanlarından Bayram Bozyel. O da yaşadıklarını kitaplaştırmıştı: “Diyarbakır 5 Nolu”…
Komisyon üyesi milletvekilleri sorular da sordular. Tanık/mağdur anlatımları yürek paralayıcıydı.
Semavi: “Bit yoldaş oldu”
Abdürrahim Semavi Bey, çok esprili anlatımlarda bulundu. 1981 yılında cezaevine girdiğini ancak 1984 yılında banyo yapabildiğini söyledi. O arada başka canlılarla tanıştıklarını söyledi: “Bit yoldaş oldu bize.” dedi.
İnsanlık onurunun korunması açısından işkencecileri ve işkence ve aşağılayıcı muameleleri bazen ti’ye almak da gerekebilir. “Nasıl ayakta kaldım?” diye sordu kendisine. Cevabını da verdi: “Espri yaparak.”
İşkenceler çok. Falaka, cop, kaba dayak ya da yerlerde çırılçıplak süründürmek ya da ayakta saatlerce çıplak tutmak ya da üç kişiyi bir yatakta yatırmak Diyarbakır 5 Nolu’da bu işkenceler hep ilişkilendiriliyordu. Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) 1995 yılında yayımlanan İşkence Dosyası kitabında 22 işkence yöntemi sıralanıyordu.
Bunları, kaba dayak, göz bağlama, hakaret, elektrik verme, hücrede tehdit, ölüm tehdidi, askıya alma, aç ve susuz bırakma, basınçlı su sıkma, cinsel taciz, soğuk zeminde bekletme, falaka, işeme ve dışkılamayı engelleme, saç - sakal ve bıyık yolma, yalancı infaz, haya burma, yakınlarına işkence yapma tehdidi, pislikle dolu bir yerde bekletme, işkence görenlerin sesini dinletme, tırnak sökme, araba lastiği içine koyup dövme, tuz yedirme olarak sıralanıyor (s.70).
35 yıl öncesi
Mağdur/tanık anlatımlarını dinlerken ben de 35 yıl öncesine gittim. Diyarbakır’a ilk kez 1981 yılının Temmuz ayında gitmiştim. Ankara’dan 10 kadar avukat Rızgari/Ala Rızgari davalarından yargılanan avukat Şerafettin Kaya, Orhan Kotan, Mümtaz Kotan’ların davalarında bulunmuştuk. Sonra bazı PKK davaları için ve cezaevinde bulunan müvekkillerle görüşmek için 5 Nolu’ya gitmiştik. Ben Mamak, Metris, Sağmalcılar uygulamalarını da biliyordum. Bir duruşmada hemen önümüzdeki sanık sıralarından birinde bir tutuklu sanığın burnuna sinek konmuştu. Tutuklu iki eli dizlerinin üstünde elini kaldırıp sineği kovamıyordu. Başında asker vardı. Hakim bir sanığa söz verdiğinde sanık hazır ol vazıyette önce tekmil veriyordu. Adını, soyadını ve memleketini söylüyor ve ardından “emredin komutanım” diye yüksek sesle bağırıyordu. Hakim de ne soracaksa bu tekmilden/tanıtımdan sonra sorusunu soruyordu. Tam anlamıyla savaş koşulları hükümleri uygulanıyordu. Ben İstanbul, Ankara, Adana sıkıyönetim askeri mahkemelerinde avukat olarak bulundum. Böyle bir uygulama oralarda yoktu. Ama Diyarbakır’da böyleydi.
Alt Komisyon toplantısında tanıklar, o çok bilinen, “Türkçe konuş çok konuş” sloganını da ve Kürtçe yasağını da anlattılar. Biliyorsunuz, 1985 yılında, o tarihte yaşayan en büyük tiyatro yazarları Artur Miller ve Harold Pinter Türkiye’ye gelmişti. Kürt annelerinin çocuklarıyla kendi dillerinde konuşamaması da gündemdeydi. Pinter, her ne kadar oyunda ülke adı geçmemekteyse de “Dağ Dili” adlı oyununda bir annenin evladı ile kendi dilinde konuşamamasını anlatıyordu…
O tarihlerde 2932 sayılı Türkçeden Başka Dillerde Yapılacak Yayınlar Hakkında Kanun yürürlükteydi ve Türkçenin dışındaki dillerin konuşulmasını, yayın yapılmasını yasaklıyordu. Kanunun üçüncü maddesinde Türk vatandaşlarının ana dilinin Türkçe olduğu yazılmıştı. Yasa 1983 yılında yürürlüğe girmiş 1991’de yürürlükten kaldırılmıştı…
"Hakikat ve adalet komisyonuna" doğru
Komisyon Başkanı yanında Aydın Ünal, Fikri Sağlar, Ayşe Başaran ve başka milletvekilleri de olmak üzere 5 Nolu Cezaevi mağdur/tanıklarını dinlediler. Başkan Orhan Miroğlu, çalışmanın iki yıl süreceğini ve çok sayıda mağdur tanık dinleyeceklerini söyledi. Bir nevi yüzleşme olarak değerlendiriyorlar.
Fakat bu yüzleşmenin yasal kapsamının, sınırlarının, görev ve yetkilerinin yasayla belirlenmesi gerekiyor. Bence şu andaki yasal çerçeve ile bu tür girişimleri dünyada 40 civarında gerçekleşmiş yüzleşmeler ile bir ve aynı nitelikte görmeyiz. Fakat değerli bir çalışma olabilir. Yasası çıkması gereken gerçek bir “hakikat ve adalet komisyonuna” doğru uzanan bir yol, bir süreç olarak görülebilir. Gerçek bir yüzleşme, insan hakları ve özgürlüklerinin korunması, hukukun üstünlüğü, barış ve demokrasi doğrultusunda yüksek bir iradeyi gerektirir. Böyle bir irade hem hakikatin ortaya çıkmasına, samimi bir özre, ihlallerin bir daha tekrarlanmaması için önlemler alınmasına ve aynı zamanda cezasızlık politikasının sona erdirilmesine yönelik olabilir. Dileriz, Meclis, sivil toplumla iletişim ve işbirliği içerisinde geçmişle yüzleşme ve hesaplaşmada ileri adımlara öncülük eder… (HÖ/HK)